Keloğlan İyilik Yapan İyilik Bulur

Vakitlerden bir vakit, küçük bir köyde anacığı ile yaşayan, saçları da pek çıkmadığından, kendisine “Keloğlan” diye hitap edilen, yaramaz mı yaramaz, haylaz mı haylaz ve fakat bir o kadar da
mert, cesur, dürüst ve merhametli bir delikanlı varmış.
Keloğlan, sabah güneşin doğumuyla birlikte düşermiş yollara. Dağları, ovaları, nehirleri aşar, gezer, tozar, eğleşir ve akşam olup gün batmaya yüz tuttuğunda, evine geri gelirmiş.
Günlerden bir gün, Keloğlan “Ah anam, başımın tacı anam, izin ver de Sultanın sarayının olduğu
şehre gideyim” diyerek izin istemiş annesinden. Annesi başta olmaz deyip ısrar etse de kıramamış
Keloğlan’ı ve izin vermiş.
Ertesi sabah horozlar ötmezden evvel düşmüş yollara Keloğlan. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe
düz gitmiş. Dinlenmek üzere bir pınar başında konaklamış. Pınarın buz gibi suyundan içerken, “İmdat!” cılız bir ses işitmiş. İyice kulak kabartmış, lakin sağında solunda kimseyi görememiş. Suyunu
içmeye devam ederken aynı sesi tekrar duyunca, pınarın döküldüğü yerdeki su birikintisinde bir
karıncanın çırpındığını görmüş. Hemen küçük bir dal parçası almış ve karıncayı boğulmaktan kurtarmış. Karınca, Keloğlan’ın burnunun ucuna kadar çıkmış ve “Teşekkür ederim, beni kurtardın. Al
şu kanadımı ve yanında sakla. Ne zaman başın sıkışırsa, bu kanadı salla. Nerede olursam olayım,
yardımına koşar gelirim” demiş. Keloğlan başlamış gülmeye ve “Sen bu kadarcık gövdenle bana nasıl yardım edebilirsin ki?” diye sormuş. Karınca da ona “Öyle demeyesin. Kendini büyük, beni küçük
görmeyesin. Hem, iyilik eden iyilik bulur” demiş. Vedalaşıp ayrılmışlar. Keloğlan yine düşmüş yollara.
Öğlen güneşinin toprağı adeta kavurduğu bir vakitte bir ağacın gölgesine sığınmış. Az biraz da olsa
dinlenirim düşüncesiyle tam gözlerini kapatacakken, “İmdat! Yardım edecek kimse yok mu?” diye bir
ses işitmiş. Sağına bakmış soluna bakmış… Nihayet bir kenarda ters döndüğü için bir türlü doğrulup
uçamayan bir bal arısı görmüş. Hemen yerinden doğrulup, bal arısına yardım etmiş. Bal arısı kanatlanmış ve Keloğlan’ın burnunun ucuna konmuş ve “Bana yardım ettiğin için teşekkür ederim. Al şu
kanadımı sakla. Ne zaman başın sıkışırsa, bu kanadı salla. Nerede olursam olayım, yardımına koşar
gelirim” demiş. Keloğlan bal arısına gülmüş ve “şu küçücük cüssenle bana nasıl yardım edebilirsin
ki?” diye sormuş. Bal arısı da ona “Öyle deme Keloğlan. Bilmez misin, yardım eden kişinin yardımcısı Allah olur” demiş. Keloğlan ve bal arısı vedalaşıp ayrılmışlar. Keloğlan yine yollara düşmüş. Güneşin tepeden ayrıldığı bir vakit, karnını doyurmak için durmuş bir gölgelik bulup. Çıkınında ne varsa
yemeye koyulduğunda, yardım isteyen birinin sesini duymuş. Göz gezdirmiş etrafına. Sesin geldiği
çalılıkların arasına doğru gittiğinde, bir güvercinin, avcıların kurduğu tuzağa yakalandığını görmüş.
Hemen güvercinin ayağına dolanan tuzağı keserek, onu kurtarmış. Güvercin uçarak, Keloğlan’ın
önünde durmuş ve “Beni kurtardığının için sana minnettarım. Al şu tüyümü ve yanında sakla. Ne
zaman ihtiyacın olursa salla. Ben nerede olursam olayım senin yardımına koşarım” demiş. Keloğlan,
güvercine gülümsemiş. “Senin bana nasıl yardımın dokunabilir ki?” diye sormuş güvercine. Güvercin
de ona, “Öyle söyleme. Küçümseme kimseyi. Yaptığın iyilik bir gün mutlaka karşılığını bulur” demiş.
Güvercin ve Keloğlan vedalaşıp ayrılmışlar. Keloğlan vakit kaybetmeden yine düşmüş yollara ve
nihayet Sultanın sarayının bulunduğu şehre varmış.

Şehrin sokakları arasında dolaşırken, Sultanın sarayının önüne gelmiş. Sarayın yüksek duvarlarını şaşkın şaşkın seyrederken, sarayın pencerelerinden birinde biz kız görmüş. Görmüş görmesine
de bu ay parçası, elma yarısı, olsa olsa adeta bir zümrüd-ü ankanın suret bulmuş halindeki bu kızın
sevdası düşüvermiş Keloğlanın gönlüne.
Keloğlan’ın başında bu sevda varken, uzaklar yakın olmuş, dağlar ova. Taşkın nehirler yol vermişler ona ve nihayet Keloğlan bir çırpıda varmış evine. Girer girmez evine, oturmuş anacığının dizinin
dibine. Ah benim garip anam, başımın tacı anam. Ben bir zümrüd-ü anka gördüm. Sevdası düştü
gönlüme. Gel, kırma beni isteyelim bu kızı Sultan babasından” diyerek yalvarmış. Annesi Keloğlan’ın
bu haline üzülse mi sevinse mi bilememiş. “Kız sultan kızı. Verirler mi benim fakir ve kel oğluma bu
kızı?” diye ama kıramamış Keloğlanı, “Allah Kerimdir. Tamam, peki gidelim oğul demiş”
Ana-oğul düşmüşler yollara. Az gitmişler, uz gitmişler. Dere, tepe düz gitmişler ve nihayet sultanın
sarayına varmışlar. Kapıdaki nöbetçiler Keloğlan ve annesine “Niçin geldiniz saraya?” diye sormuşlar. Keloğlan’ın annesi söz almış ve demiş ki: “Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle sultanın kızını oğluma isteyeceğim.” Bunu duyan nöbetçi asker önce şaşırmış sonra da gülmeye başlamış. Keloğlan’a
bakarak “Sen kim, sultanımızın kızı kim?” demiş. Sonrasında ise sultana haber iletilmiş. Keloğlan ve
annesi sultanın huzuruna çıkmışlar.
Keloğlan’ın annesi sultana, “Sultanım, kızınızın sevdası benim kel oğlumun gönlüne düşmüş.
Sevdadır bu. Ne zaman kimin başına geleceği belli olmaz. Hem gönül de söz dinlemez. İşte bu
sebeple Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle kızınızı oğluma istiyorum” demiş. Tüm bunlar olurken,
sultanın kızı perde ardından gizlice olanları dinliyormuş. Meğerse onun da gönlü Keloğlan’daymış.
Sultan Keloğlan ve annesini dinleyince şöyle cevap vermiş: “Kızımı oğluna veririm; lakin bir şartım
var. O şartımı yerine getirirse, kızımla evlenebilir. Eğer yerine getiremezse, o zaman başını alırım.”
Keloğlan annesinin tüm ısrarlarına rağmen sultanın şartını kabul etmiş.
Sultanın askerleri Keloğlan’ı bir ambara götürmüşler ve sultanın şartını söylemişler: “Bu ambar
arpa ve buğday karışık bir halde. Sabah gün ağarana kadar vaktin var. Eğer arpayı ve buğdayı gün
ağarana kadar ayıramazsan, başını alırız!” Keloğlan bir ambara bakmış, bir buğdaya bir de arpaya.
Kel başını kaşımış, düşünmüş taşınmış. “Buraya kadarmış Keloğlan. O güzel başını sultan, sabah
olduğunda alacak” diye kendi kendine söylenmiş. Sonra birden kurtardığı karıncanın kendisine verdiği kanatlar aklına gelmiş. Kanatları mendilinin içinde çıkarmış ve sallamış. Kısa bir süre sonra, siz
deyin gökteki yıldızlar kadar, ben diyeyim kuzuların tüyleri kadar çok karınca ambarın içine doluşmuş. Bir karınca gelip Keloğlanın burnunun ucuna oturmuş ve sormuş: “Söyle bakalım Keloğlan,
derdin nedir?” Keloğlan kendisine bu soruyu soranın kurtardığı karınca olduğunu anlamış ve derdini
söylemiş: “Bu ambardaki arpa ve buğday sabaha kadar birbirinden ayrılmalı. Yoksa sultan benim
başımı alacak.” Karınca Keloğlan’a “Bu iş kolay; Sen şimdi uyumana bak. Biz hallederiz” demiş.
Keloğlan uykuya dalmış. Sabah horozların sesiyle uyanmış. Bir de ne görsün? Arpa bir yerde buğday bir yerde toplanmış. Şaşkınlıktan küçük dilini yutacakmış adeta. Etrafta ise bir tane bile karınca
yokmuş. Birden ambarın kapısı açılmış ve içeriye sultan, askerleri ile birlikte girmiş. Onlar da arpayı
ve buğdayı ayrı ayrı görünce şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilememişler.

Keloğlan, sultana, görevini yerine getirdiği için kızını vermesini söylemiş. Fakat sultan kötü huylu
ve sözünde durmayan birisiymiş. “Hayır! Bir şartım daha var. Eğer onu da yaparsan ancak kızımı
sana veririm” demiş, Keloğlan’a. Keloğlan çaresi kabul etmiş ve “Nedir şartınız?” diye sormuş. Sultan
da ona “Şu iki büyük petek balı hiç kırmadan iki ayrı testiye sığdıracaksın. Eğer yarın gün ağarana
kadar bunu yapamazsan başını alırım” demiş. Keloğlan, sultanın şartını kabul etmiş. Petek balları
alan Keloğlan kara kara düşünmeye başlamış. “Bu iş nasıl olacak? Petekleri kırmadan dar testilere
nasıl sığdıracak?” diye düşünürken aklına kurtardığı bal arısının kanatları gelmiş. Hemen onları çıkarmış ve birden her tarafı arılar kaplamış. Hem öyle ki, Keloğlan önünü göremez olmuş. Arılardan
biri gelmiş Keloğlanın burnunun ucuna konmuş ve şöyle demiş: “Söyle bakalım Keloğlan! Derdin
nedir?” Keloğlan ise “Derdim çok büyük. Ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Sultanın kızını almak
istedim. O da bana bu iki bal peteğini hiç kırmadan şu iki testinin içine koymamı istedi” demiş. Bal
arısı gülümsemiş ve Keloğlan’a “Sen yatıp dinlenmene bak. Biz hallederiz bu işi” demiş. Keloğlan
yatmış, uyumuş. Nice güzel rüyalar görmüş. Nihayet gün ağarmaya yüz tuttuğunda Keloğlan uykusundan uyanmış. Açmış gözlerini bir de bakmış ki bal petekleri ortada yokmuş. Arılar gitmiş. Sonra
testilere bakınca, testilerin içinin tamamen petek dolu olduğunu görmüş. Çok sevinmiş. Bu sırada
sultan askerleri ile birlikte ambara girmiş. Bir de bakmış ki testilerin içinde hiç kırılmadan konulmuş
bal petekleri duruyor. Sultan öfkesinden adeta deliye dönmüş. Hemen, Keloğlan’ın yakalanarak halkın gözü önünde başının kesilmesi emrini vermiş. Keloğlanın ellerini arkadan bağlamışlar. Davullar
çalınmış, fermanlar okunmuş. Ahali meydanda toplanmış. Bu esnada, Keloğlan’ın annesi de, sultanın kızı da meydandaymış ve ikisi de olan biteni büyük bir üzüntüyle seyrediyorlarmış. Keloğlanı
meydana getirip başını kütüğe yaslamışlar. Cellat baltasını kaldırmış, sultanın vereceği emri beklerken, Keloğlan elleri bağlı olmasına rağmen, kurtardığı güvercinin kendisine verdiği tüyü sallamış.
Bir an da her tarafta beyaz güvercinler uçuşmaya başlamış. Kimsenin gözü bir şey görmez olmuş.
Güvercinler Keloğlanın etrafını sarmışlar ve bağlı olan ellerini gagalarıyla çözmüşler. Celladın elinden kurtulan Keloğlan, anacığını ve sultanın kızını alıp oradan hızla uzaklaşmış. Anası ve sultanın
kızını alıp köyüne varan Keloğlan, dillere destan, tam kırk gün kırk gece düğün yapmış. Ne demişler?
İyilik yapan iyilik bulur…
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Biri Keloğlan’ın başına, biri anlatanın başına, biri
de bu masalı dinleyenin başına.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

DMCA.com Protection Status
masal oku