Kurbağalar, sazlık bir bataklıkta, tahayyülün işleyebileceği kadar mesut yaşıyorlardı. İstedikleri zaman suya atılıyor, hiç kimseye
aldırış etmiyor ve hiçbir kimse tarafından rahatsız edilmiyorlardı.
Fakat içlerinden bazıları, böyle başıboş bir hayat tarzının doğru
olmadığını, başlarına bir kralın getirilerek teşkilatlandırılmaları
icabettiğini düşündüler ve yukarıya Jüpiter’e bir arzuhal göndermeye karar verdiler. “Ey kudretli Jupiter” diyorlardı. “Başımız bir
kral gönder ki, bize hükmedip, hepimizi intizama soksun.”
Jupiter, kurbağaların bu arzusuna gülerek, bataklığın ortasına koca bir kalas gönderdi. Suyun ortasına düşerken öyle bir
ses çıkarmıştı ki, kurbağaların hepsi de ölürcesine korkarak, tam
ortalarına düşen bu, gökten inme canavarı, daha iyi görebilmek
için, kıyıya zıplaştılar, fakat bir zaman sonra, onun, yerinden hiç
kımıldamadığına hayretle şahit olunca, cesaretlilerinden iki veya
üç tanesi tekrar suya atlayıp kalasa doğru yüzdü. Hatta onun, yine
kımıldamadığını görünce ona dokunmaya bile cesaret etti; buna
rağmen kalas, yerinden oynamamıştı. O zaman, Kurbağaların en
kahramanı, büyük bir cesaretle kalas’ın üzerine zıplayıp, beş aşağı – on yukarı dans etmeye başladı. Kendisini gören bütün diğerarkadaşları da yanına gelip aynı şeyi tekrarladılar. Ondan sonra yine
bir zaman Kurbağalar, tam ortalarında yatan yeni Kalas Krallarına
en ufak bir ehemmiyet vermeksizin işleriyle uğraşıp durdular.
Fakat bu, onları memnun etmiyordu. Bu sebeple, Jupiter’e, bir
ikinci arzuhal göndermeği kararlaştırdılar. Yazılarında, “Ey, Jupiter”
diyorlardı. “Bizler, sahici bir Kral istiyoruz; öyle bir kral ki, hakikaten
hepimize hükmetsin.”
Bu istek, Jupiter’i, fena halde kızdırdı ve Cennet İlahı, Kurbağaların arasına, bu sefer de, bir Leylek gönderdi. Leylek, onları
yiyip bitirirken, iş işten geçmiş olduğu halde, pişmanlıklarını şu
sözlerle bildirdiler:
“Vicdansızcasına hükmetmektense, hiç hükmetmemek,
evladır.”