Kurt, yakalayıp hakladığı avını, afiyetle iyice yediği sırada,
etin içindeki kemiklerden bir tanesi, birden bire boğazına takıldı,
ne kadar uğraştı ise de, onu bir türlü yutamadı. Geçen zamanla
beraber, ağrımaya başlayan boğazının ıstırabı nihayet dayanılmaz
bir hal alınca, duyduğu korkunç acıdan kendisini kurtaracak bir
çare bulmak ümid ile, müthiş iniltiler içinde, oradan oraya koşmaya başladı. Kime rast geldiyse, boğazındaki kemikten kendisini
kurtarması için gönlünü yapmaya çalıştı. “Ne olur!” diyordu. “Şunu
çıkartıver! Bak sana neler, neler vereceğim…”
Nihayet bir Leylek, bir kere tecrübe etmeye razı oldu ve Kurt’a,
sırt üstü yere yatıp, gücünün yettiği kadar çenelerini açarak, hiç
kıpırdamadan beklemesini söyledi. Sonra, uzun gagasını, Kurt’un
boğazından aşağıya sokarak, orada sıkışıp kalmış kemik parçasını,
yavaş yavaş yerinden oynattı, oynattı, oynattı ve en sonunda da,
kurtarıp dışarıya aldı. İşi bitince:
“Şimdi artık, vaat etmiş olduğun mükafatı görebilir miyim?”
diye sordu.
Kurt, keskin iri dişlerini gösterir şekilde sırıtarak,
“Sahip olduklarınla yetinmene bak” diye cevap verdi. “Sen
başını, bir Kurt’un ağzının içine sokup çıkarttığın halde hala, hayattasın. Bundan büyük mükâfat mı olur!”
“Minnet ile açgözlülük bir arada barınmaz.
Leave a Reply