Bir zamanlar, Şehir Faresi, köy Faresine misafir gitmeye karar
vermişti. Köydeki fare, bu ani gelen misafirini son derece severdi,
onun için, şehir faresini, gayet andan karşıladı, ikramlarda bulundu.
Fakat sofrasında börülce, pastırma, beyaz peynir ve ekmekten başka
ikram edecek bir şeyi yoktu. Bunu gören Şehir Faresi, uzun burnunu
biraz daha havaya kaldırarak Köylü Fareye şöyle bir bakıp:
“Kardeş,” dedi. “Bu kadar zayıf bir gıda ile nasıl yetiniyorsun,
hiç anlıyamadım. Ama, hakkın var Köy yerde, bundan daha iyisini
bulacak değilsin ya… Sen benimle şehre gel de, nasıl yaşanılır,
sana göstereyim. Şehirde sadece bir hafta kaldığın zaman, şimdiye
kadar köy hayatına, nasıl olmuşda, tahammül etmişim diye, kendi
kendine hayret edeceksin.”
Derhal harekete geçerek iki fare yola koyuldular. Şehir Faresi’nin
malikanesine vardıklarında artık gece olmuştu. Terbiyeli Şehir
Faresi, misafirine dönerek:
“Bu kadar uzun bir yolculuktan sonra, herhalde, bir şeyler yiyip
içmek istersin,” diye onu, muhteşem yemek salonuna götürdü.
Henüz sona ermiş, nefis bir ziyafetin kalıntılarından olan reçeller, pastalar, elmasiyeler ve daha bunlar gibi nice güzel şeylerden,
çimnenmiye başlamak suretiyle yemeye koyuldular. Derken, ortalığı
birden bire bir havlama sesi kapladı. Köy faresi, hemen sordu:
“Bu ne bu?”
Öbürü cevap verdi:
“Sadece evin köpekleri…”
“Sadece mi?” diye Köy Faresi konuşmasına devam etti. “Böyle
bir müzikten bilhassa yemek zamanlarında hiç hoşlanmam.”
Konuşmaları, tam ara verdiği sırada, salonun kapısı bir hışımla
ardına kadar açılarak iki iri köpeğin içeriye dalmasıyla farelerin
kaçışması bir oldu.
“Hoşça kal yeğen” diye Köy Faresi veda ederken öbürü hayretle sordu:
“Ne, gidiyor musun?” Köy Faresi cevap verdi:
“EVET!”
Pasta ile şarabı korku içinde yemektense, peynir ile ekmeği,
emniyette yemek, evladır